28 Eylül 2011 Çarşamba

İKİ AŞIĞIN BİLEŞKESİ

Rakıyı uzun cam bardağa doldurunca anladım, bulanıklk sadece bardaktan geçmemiş içime... Işıklar açıkken bile karanlık kalan odamda tek görebildiğim, artık birşeylerin zamanı geçmiş aslında ömrümden...



Gitmek gerekiyorsa beklemek niye? Dur diyecek bir Allah'ın kulu yoksa... Ey nazlı yar, ben gideceğim buralardan... Biliyorum kollarını açmayacaksın, son kez sarmak için. Güle güle demeyeceksin, arkama bakmamam için... Su bile dökmeyeceksin, geri dönmem için... Ama inan artık dayanmak çok zor bu adı konmamış, amaçsız yanlızlığa...

Eylül demiştim sana ama kader acılarımın yeterli olmadığını düşünüyor olsa gerek... Küçük oyunlar oynuyor, tepeden gülümseyerek bakarken... Kırıyor bir bir direnç noktalarımı... Zaman aleyhime, senin de...

Bir aşktan enkazlar doğurmak üzere bu ıstırap... Vicdan durmuş karşımda yoklar kararlarımı... Sensizlik elbet mutlu etmeyecek beni... Ama sen de mutluluk çağrıştırmıyorsun, bana bakınca yok gözlerinde o eski coşkun... Bir boşluğa bakar gibisin...

Bir kadeh daha doldurdum... Rakıyı koyup suyu ekledim... İki şeffaf sıvıdan bu kadar bulanık bir sıvı nasıl çıkıyor şimdi anladım... Sen ve ben gibiler... İki aşıktan bu acının çıktığı gibi aslında... Birbirimizi üzmeyelim derken, paylaşmayı unutmuşuz, bak ne kadar uzak kalmışız... Gözlerimizde bulduğumuz teselliler, yine tuzlu bulanık gözyaşlarına bırakmış yerini... Burnumuzu çekmeden, gözümüzü kırpmadan ağlayabiliyoruz... Hıçkırmak bize yakışmaz çünkü... Yağmur yağsa da ağlasak, gök gürlese de hıçkırsak... Sen gelsen artık, ellerimle sıkıp kalbimi, boş çırpınışlarını durdursam, ölsem, böyle ayrılsak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder